artık ne masumuz ne yalandan yoksun
bırak, olsun
resimleri sen al, mevsimler zaten benim
hadi, olsun
bölüşülsün şiirler, arkadaşlar, şehirler
olan olsun
artık ne özgürüz ne de özgür ömrümüz
hadi, olsun
ben giderim istanbul senin olsun
ben giderim istanbul senin olsun
alırım başımı, başım bir deli nehir
silerim yaşımı, siler ismimi şehir
kestirir saçımı, kendimi avuturum
bir gülü kurutur, kurursa unuturum
bir mektup yazarım yokluğundan da ağır
bir kedi alırım sen de anneni çağır ellerin aklımda sevdan kalbimde kalır
hep hüsran hep kahır, söyle artık olsun
artık ne masumuz ne yalandan yoksun
bırak, olsun
resimleri sen al, mevsimler zaten benim
hadi, olsun
ben giderim istanbul senin olsun
ben giderim istanbul senin olsun
alırım başımı, başım bir deli nehir
silerim yaşımı, siler ismimi şehir
kestirir saçımı, kendimi avuturum
bir gülü kurutur, kurursa unuturum
bir mektup yazarım yokluğundan da ağır
bir kedi alırım sen de anneni çağır ellerin aklımda sevdan kalbimde kalır
hep hüsran hep kahır, söyle artık olsun
alırım başımı, başım bir deli nehir
silerim yaşımı, siler ismimi şehir
kestirir saçımı, kendimi avuturum
bir gülü kurutur, kurursa unuturum
bir mektup yazarım yokluğundan da ağır
bir kedi alırım sen de anneni çağır ellerin aklımda sevdan kalbimde kalır
hep hüsran hep kahır, söyle artık olsun
beyaz kedim,
siyah kedim.
sarı kedim;
adı, “rengin olsun.” dedim.
rengin, ablamın adıdır.
o şimdi kızacak bana,
fakat hocam söyledi ya,
rengin demek, renkli demek.
bunda ne var gücenecek?
lakin ablam,
rengin ablam,
hain ablam,
sofra başında dün akşam,
astı bana çehresini,
belki biraz hakkı vardı
çünkü rengin onun adı,
ne var fakat gücenecek?
rengin demek, renkli demek.
benim kedimde üç renkli
hem de benekli benekli
sarı kedim
siyah kedim,
beyaz kedim.
adı, “rengin olsun.” dedim
rengin! rengin! rengin! rengin!
kedi işitmedi lakin.
rengin ablam
hain ablam,
çirkin ablam.
koştu geldi hırçın, hırçın.
“gene mi onu çağırdın?
o gelmez, bak ben geldim.”
“gelmez mi? nerede kedim?”
“kedi tavan arasında,
örümcekler yuvasında
onu yesinler o zaman,
göreceksin sen afacan.”
“yoo, isterim ben kedimi,
söyle kedim gelecek mi?
yoksa…” “yoksa ne olurmuş?
gelmeyecek işte. konuş,
git kapının çatlağından”
“şimdi seni gırtlağından
yakalarsam öğrenirsin!
gene bu gün allah versin
paşalığın pek üstünde.
ninemiz gelsin, görsün de
başı göğe ersin!” “haydi,
isterim kedimi şimdi
yoksa…” “o ne? tırmalıyor!
insana nasıl sallıyor!
kudurdun mu?” “kedim, kedim,
yoksa seni…” “çekil dedim,
şimdi annemi çağırırım.
“kedimi! bırak bağırırım,
babam gelir…” “varsın gelsin
sen gerçekten deli misin?
“bilmeme, kedim… ver kedimi.
o san bir şey dedi mi?
ne yaptı ki, örümcekler?
yuvasına attın?” “eğer,
adı değişirse…” “hayır!”
“o da kuzum orada kalır.”
kedim, gözler dönük birden,
atıldı olduğu yerden,
miyav! o kim? beyaz kedi.
siyah kedi,
sarı kedi,
çatınını bir deliğinden,
çıkıp gelmiş ve deminden,
beri dururmuş orada
kedim, atlarken arada
ilk darbeyi rengin yemiş…
bu da onun hakkı imiş.
2009'da ilk kedim prenses 18 yaşında melek olmuştu.
bir daha başka kedi almayayım derken, bir hafta sonra, pencereden baktım, minicik bir kedi! sokakta! daha bir aylıkdı, alış o alış. biberonlarla büyüttüm, şimdi 9 yaşında.
eşimle yatağımızda ki iki adet olan yastığı üç adete çıkarmak zorunda kaldık.
gece uykusu geldiğinde kedimiz gelir kendi yastığına kafasını koyar, yatağa uzanıp bizi bekler. geldiğimizde de ikimize birden sarılacak şekilde ön patileri ile eşimi, arka patileri ile de beni tutarak uyur. her sabah uyandığımda mutlaka bana sarılmış bir küçük * kedi oluyor. çok muhteşem bir duygu.