yazarların kötü anıları

ağustos ayı içinde oldu her şey. toplam 9-10 günlük korkunç bir süreç. ege normalde ben kapıyı açar açmaz gelir kendini yerlere atar. eğer bunu yapmıyorsa bir sıkıntı var demektir. yıllardır hep böyleydi. yeni doğum yapmışken bile vazgeçmedi bu huyundan. bu 9 günün ilk günü işte bunu yapmamasıyla başladı her şey. bir gariplik olduğunu fark ettim ama çözemiyorum bir türlü. o gün sürekli dedim zaten arkadaşlar egemde bir sıkıntı var diye.

halsiz, keyifsiz, kolunu kaldırmaya dermanı yoktu kızımın. zaten akşamına kusmaya başlayıp bağdat marka köri baharatının ambalajını çıkardı önce. ilk görünce aklım yerinden oynadı ama yuttuğu şeyi çıkarıp da midesini boşaltınca biraz rahatladığını gördüm ve dedim ki biraz daha bekleyeyim. önce kumuna gitti çılgınca ishalli bir kaka yaptı. fakat keyfi ve fiziksel haliyle ilgili her şey yolunda görünüyordu. geceyi geçirip sabah veterinere götürmeye karar verdim. o ara yaz okulu final dönemi, balkonda ders çalışıyoruz. arada bir egeye gidiyorum bakıyorum ama yatıyor, uyuyor ve garipsemiyorum durumunu. gece saat 1e gelirken elime alıp kaldırıp enerjisi yerinde mi diye yere koymamla beraber küt diye devriliyor kızım. denge kontrolü sağlayamıyor. yürümeye mecali yok, bacakları tutmuyor. ve birkaç saatin içinde oluyor bu değişim. sabahtan geceye süzülüp minnacık kalmış.. hemen durumu için çözüm bulmaya çalışıyorum ama erzincan gibi boktan bi memlekette gecenin o saatinde ara ki bulasın o çözümü. aradığım veterinerlerden biri bana ellerini aç dua et sabaha kadar bi şey olmasın, sabah da 9-10 gibi bakarız diye bi cevap veriyor. ev arkadaşım, ben, ev arkadaşımın sevgilisi internetten 24 saat ulaşabileceğimiz türkiyenin her yerinden milyon tane veteriner hekime ulaşmaya çalışıyoruz. ne yapmalıyız, sıkıntı ne olabilir diye. el kol bağlı, erzincanda o saatte yapılabilecek hiçbir şey yok. en son istanbul ve ankara'da iki veteriner hekim bize diyor ki, ultrason çekilmesi lazım, bağırsaklarda problem olabilir ambalajdan ötürü. arıyoruz erzurum hayvan hastanesini röntgen cihazımız bozuk, 3 ay sonra gelecek diyorlar. karsta röntgen var cihazı var ama karsa götürme imkanım sıfır, hem baryum sülfat temin etmem lazım röntgen için hem karsta nerden bulunur bilmiyorum hem de gecenin o saatinde erzincan karsa gitme ihtimalim sıfır çünkü araç yok. mutlaka bir şey yapabilirler diye düşünüp erzurum hayvan hastanesine sabaha karşı 5te binip gidiyorum. yürüyememesini de şöyle açıkladı bu arada aradığımız istanbuldaki veteriner. hem 5 yavruyu emziriyor, hem kusarak hem de ishalle vücuttaki besini kaybediyor ve vücut en son tüketecek besin bulamayıp kaslara yüklenmeye başlıyor. besinsiz kalan bir insanın baş dönmesi, yürüme bozukluğu yaşaması ile örneklendiriyor. neyse, erzurum hayvan hastanesinin ilk hastası oluyoruz sabah. tüplerce kan alınıyor kızımdan. her yeri delik deşik. boynundan bile alınıyor. kocaman bir delik boynunda, üzeri bantlı. öksürmeye kusmaya çalıştığında kan geliyor boğazından. görüntü hala karabasan gibi gözümün önünde. testlerde hiçbir sıkıntı yok. her şey normal. her şey negatif. en son fip ihtimali üzerinde durulup corona için test yapmaya karar veriyoruz. o arada iki tane serum takılıyor kızıma ve halsiz bitkin şekilde masada yatıyor öylece. ben zaten kolum kanadım kırık, ya corona pozitif çıkarsa bu fipin ilk evresiyse diye kendimi yiyorum. ağlamak istiyorum ağlayamıyorum. boğazımda kocaman bi yumru. oturup hastanenin bahçesinde kaldırıma sigara içiyorum. o arada sonucu bekliyorum. sonuç geldi diye beni içeri çağırıyorlar suratlar asık. corona pozitif çıkıyor. yaşadığım yıkımı, üzüntüyü, kendimi öldürme isteğimi kelimelere dökerek anlatmam mümkün değil. ambalaj yuttuğu için mi böyle oldu diye zehirlenme şüphesiyle götürdüğüm kızım corona pozitif çıkıyor. fip başlangıcına dair hiçbir fiziksel belirti yok ama o korku kızım o haldeyken bir kere düştüğü için aklıma, kafayı yeme raddesine geliyorum. en son hatırladığım 12 tane veteriner hekim ve adayının çember şeklinde etrafımda olduğu ve benim ortalarına geçip onlara kesin fiptir diyemeyiz değil mi diye hüngür hüngür ağlamam.. hastanenin içinde attığım bin tur, ilaç için serum için test için onaylarım gidip gelmelerim hiçbiri hala yok aklımda. anlatamam korkumu, üzüntümü. dünyanın tüm yükünü omuzlarıma almış gibiyim o an. neyse. beni sakinleştiriyorlar. kedilerin çok ciddi bir kısmı zaten bu virüsün taşıyıcısı, fip için hiçbirtemel belirti yok, bu durum bağırsaklarıyla ilgili bir sıkıntıdan kaynaklanıyor olabilir diye. hala röntgen çekilemedi tabi o ara, cihaz bulunmadığı için. bana karsa götürüp sonuçları alıp geri gelebileceğimi söylüyorlar ama karsa gitsem dönüşte hastaneye yetişemeyeceğim çünkü araç yok. kalacak yerim yok karsta erzurumda, ege o haldeyken onu yollarda perişan etmekten korkuyorum. en son diyorum ki erzincana döneyim tedavi reçetemizle. 6 günde 37 tane iğne yazılıyor minik kelebeğime. o arada prebiyotikler, her gün haşlanmış tavuklar, et suyu, tavuk suyu, paket paket yaş mama. elimle parmaklarımla besliyorum her gün onu. evden burnumu çıkarmıyorum bir şey olur diye. ilk 4 gün hiçbir değişim yok. ben sürekli fip odaklı olduğum için karnını, burnunu, ağzını ve benzer yerlerini kontrol ediyorum. acaba fipin ilk evresi mi diye. kendimi ikna etmeye çalışıyorum. 5. günün sonunda kendi kendine gidip mamasını yemeye suyunu içmeye başlıyor. evdeki bayram havasını görmenizi çok isterdim yazarlar. allah hiçbirinizi kediniz mama yiyip su içiyor diye havalara uçacak duruma düşürmesin. 6 gün iğnelerin son gününde nerdeyse normale dönmüş durumdaydı kelebeğim. tam olarak iyileşmesi 10 günü buldu. 10 günün sonunda her yeri iğnelerden delik deşik, boynunda kocaman bir delik, bacaklarında boynunda kan almak için tıraşlanan tüysüz yerler olsa da, hayatımız bir parça daha normale dönüyor. o dönemde en çok korktuğum, bağışıklık sistemi zayıfladığı için antikorlarının savaşmayı becermeyip fip değilse bile coronanın mutasyona uğrayıp da fipe dönmesiydi. sürekli bağışıklık yükseltmeye çalıştım o yüzden. allah ondan alsın bana versin bu hastalığı dedim hep. çok kötüydüm ya çok kötüydüm. 1000 liraya yakın tedavi tuttu, cebimde beş kuruş param kalmadı. parasızlık mesele değil, bir sıkıntı daha çıkarsa karşılayamam korkusu çok fena. hoş, dünyanın en harika adamıyla beraberim, hep destek oldu maddi manevi. hakkını ödeyemem. neyse, 10 gün sonra hayatımız yavaş yavaş normale dönmeye başladı işte. şimdi bir corona annesiyim. taşıyıcı olarak kalsın da, gerisi hiç önemli değil. on günün içinde bir kere bir şişe şarap aldım kendime, yoksa ne uyuyabiliyor ne de sakin kalabiliyordum. en son şişe bittiğinde ege sana bir şey olursa ben ne yaparım diye bağıra bağıra ağladığımı hatırlıyorum.. allah hiçbirimizi sevdiklerimizle sınamasın.

şimdiyse her şey yolunda. kızgınlığa girip koca bile istiyor kelebeğim. hastaneye gittiğimiz gün 1.9a düşen kilosu şimdi 3.6ya kadar çıktı. göbek bile yaptı göbek. gece saat 2 buçuk dedik mi oğlum gümüşle beraber gece antrenmanına başlıyorlar. evlatlarım benim. hep var olun
ayyyyyy, okurken fena oldum hakikaten...çok çok üzüldüm kendi başıma gelmiş gibi oldum:( sonunda iyi olmasına nasıl sevindim anlatamam, büyük geçmişler olsun. herkese (kendim de öyle yapıyorum, herkese de diyorum, akrabalarıma da diyorum) naçizane tavsiyem bu mikroplar, virüsler işte her neyse ben bilmem ama bildiğim bir şey varsa her tür mikrop, bakteri, virüs pislikle, ayakkabı tozuyla gelir, içeri ayakkabı değmesin cami kapısı gibi yapın demiyorum, evinize geldiniz, anahtarla kapınızı açtınız, ayakkabınızla içeri basmayın, önce bir, sonra öteki ayağınızı ayakkabıdan çıkartıp çorapla içeri basın, sonra arkanızı dönüp iki ayakkabınızı da ters çevirip topraklar tozlar içeri, halıya dökülmesin diye hemen ayakkabı dolabına koyup kapısını kapatın. sık sık ayakkabıları koyduğunuz raftaki kağıdı değiştirin, kağıdın üzeri kum, toprak, toz oluyor zaten görürsünüz değiştirirsiniz. kağıt koymuyorsanız sıksık sabunlu suyla silin. mikrop, bakteri, virüs evimize girmez. ben doktor, hekim vs. değilim 60 yaşında ev hanımıyım naçizane tavsiyem çünkü ben yapıyorum çok işe yarıyor. grip, soğuk algınlığı, kedi nezlesi vs. hepsinden korunuyor...
sanırım en kötü an sevdiğiniz canın ellerinizin arasından kayıp gitmesi. duman kızım, evimizin tek gri kendisiydi o. muhteşem gözlerle bakardı. o gece küçük kızımın kucağında yatıyordu. kalktı. bir anda sendeledi. kendimi yataktan aşağı attı. bir tuhaflık olduğunu anlamadım a bir dakika içinde kalp krizi geçirip bizi bırakacağını hiç tahmin edemezdim. bir anda oldu. kızlarım anne duman'a ne oluyor derken melekler alemine uçtu gitti kızım. her ölüm acı her ölüm erken. dumi olmadan tam bir ay geçti. şimdi bize yaşattığı güzellikler için ona teşekkür ediyoruz.
geçmişte bir dönem kuryelik yapmıştım, abartmadan söylüyorum her gün bir kedinin ezilmesine şahit olurdum. bir süre sonra psikolojim öyle bozuldu ki asfaltta yerde bir kabarıklık görsem geriliyordum. poşeti kedi sanıp geriliyorum artık takıntı haline geldi hala da öyledir. örneğin sipariş götürdüğüm bir binanın yanında yeni doğmuş çocukları sevip ertesi gün yine siparişe gittiğim aynı yerde ölülerini buluyordum. otomobillerin neden olduğu kedi ölümleriyle ilgili bir istatistik çalışma yapılsa herhalde çoğunuz şok olurdunuz, o kadar fazla. doğal seçilim falan da değil bu, bu modern insanın diğer türlere uyguladığı sistemik katliamın sadece küçük hiç fark edilmeyen bir parçası.